13 Haziran 2013 Perşembe

Reyhanlı psikolojik harekâtı - 1
Burhanettin Can
24 Mayıs 2013 Cuma 00:37

Share on printShare on facebookShare on twitterShare on emailMore Sharing Services0
Ortadoğu denklemi, basit olmayan, karmaşık bir denklemdir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamak, o kadar kolay değildir. Hem zaman hem de mekân boyutu itibarıyla derinlemesine, uzun vadeli bir çalışma ve analiz yapılmadığı takdirde; sadece o andaki görüntüyle yetinildiğinde, istenen sonuçları elde etmek, aslı failleri, güçleri bulmak genelde mümkün değildir. Reyhanlı gibi her operasyonun öncesi ve sonrasında, eylemleri planlayanlar, gerek ulusal gerekse uluslararası bağlantılarını, işbirlikçilerini, uyuyan mekanizmalarını, hücrelerini harekete geçirerek korkunç bir psikolojik harekât yürütmekte ve kamuoyunu belli bir istikamette hem şartlandırmakta hem de kamplaştırmaktadır. Medya ve özellikle sosyal medya, çok mahirane bir şekilde kullanılmaktadır. İşin en tehlikeli yanı, başlangıçta yürütülen psikolojik harekât, o anda ülkeyi yönetenlerin menfaatlerine yarar bir şekilde şekillendirilmekte ve tuzak kurulmaktadır. Eğer yöneticiler, bu gerçeği görerek karşı bir psikolojik harekât geliştirmezler, kamuoyunu gerektiği gibi aydınlatamazlarsa, uzun vadede hem yönetim hem de ülke ağır bedel ödemektedir.
Bizim neslin yaşadığı olaylar, daha sakin, mantıklı, tutarlı ve uzun vadeli düşünmemizi ve psikolojik harekâtın ağına takılmadan, onun işine gelecek bir dil kullanmamayı bize öğretmiştir. 1960’lı yıllardan bugüne gelinceye kadar yaşanan ve Komünist/Milliyetçi/İslamcı/Kürtçü örgütlere mal edilen bir çok olayın arkasında ki güçlerin ya uluslararası istihbaratlar ya da Türkiye’nin derin güçleri olduğunu görüp yaşadık. O nedenle yazılıp çizilen ve söylenenlere daha temkinli yaklaşmak mecburiyetindeyiz.
Suriye meselesi, son derece karmaşık uluslararası boyutlu bir sorundur. Geçmişte Suriye ile ilgili yazdığımız birçok yazıda bunu ortaya koymaya çalıştık.
Burada, Suriye denklemi kapsamında Reyhanlı psikolojik harekâtı ele alınıp incelenecektir.
Suriye Denklemi
Arap baharı diye isimlendirilen süreci, tek başına, o ülkelerin yalnızca iç dinamiklerine bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Her bir ülkeye etki eden dinamikler, farklılık göstermekle beraber; ortak paydaları oldukça fazladır. Suriye’de vuku bulan olaylar da, tek başına, yalnızca Suriye’nin iç dinamiklerinin sonucu değildir ve de meydana gelmemiştir. Suriye’deki olaylar, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Bu üç eksenin ortak payda oluşturması durumunda da, Suriye olayları, bir şekilde, olumlu ya da olumsuz bir denge durumuna kavuşacaktır.
Suriye’nin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
Beşir Esad Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye
İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye
Sistemin tüm güçlerinin hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bütün bir Suriye, Mısır Modeli, Tunus Modeli, 1950 Türkiye Modeli.
Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist, anti Emperyalist Müslüman bütün bir Suriye
5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye
6- Üçe bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye
7- Dörde bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye
Reyhanlı olaylarını açıklığa kavuşturabilmek için bu alternatifleri, Suriye’de çatışan iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alıp incelemek gerekmektedir.
Suriye ve Küresel Dinamikler
Soğuk Savaş sonrası dönemde, 21. Asrın başlangıcında dünya hâkimiyet mücadelesinde, ana hatları ile 6 ağırlık merkezinin var olduğunu söyleyebiliriz:
ABD-AB-İngiltere-İsrail
Siyonizm
Küresel Sermaye
Vatikan
İslam
Çin – Rusya - Iran
Bu ağırlık merkezleri arasındaki hâkimiyet mücadelesi, zamana ve zemine bağlı olarak şekil almakta, aynı ittifak içerisinde olanlarla karşı ittifak içerisinde olanlar yer değiştirebilmektedir. Ayrıca her türlü blok ve ittifakın kendi iç tezatları bulunmaktadır. ABD’ de Neocon - Siyonist ittifakı ile WASP’çılar arasında ciddi bir kavga vardır. Bu kavga dünyanın her tarafına yansımaktadır.
Suriye bağlamında ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın menfaatleri çatışmakta olduğundan aynı eksen içerisinde olmalarına rağmen farklı politikalar izlemektedirler. Bu Suriye denklemini, daha da karmaşık hale getirmektedir.
Bugün dünya, ABD-AB-Siyonizm-Küresel Sermaye ile Rusya-Iran-Çin eksenli yeni bir kutuplaşmaya doğru sürüklenmektedir. Bu iki eksen, Suriye üzerinden birbiri ile mücadele etmekte, kavgayı kendi coğrafi sınırlarının uzağında, güvenlik alanının en dış kuşağında göğüslemeye çalışmaktadır.
Bugün Suriye kapsamında karşı karşıya gelen ve çatışan projeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye)
Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
2. Sevr Projesi (AB)
Etnik-Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi - Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin (Siyonizm))
Yeni Osmanlı Projesi - Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)
Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Lübnan)
Sıcak Denizlere İnme - Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya)
Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya)
Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme Projesi (Suud/Katar/Türkiye/Mısır)
Büyük Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması (‘Dinler Arası Diyalog’) Projesi (Vatikan)
‘NATO’nun Evrenselleşmesi Ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’
“Serbest Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)
Suriye İç Dinamikleri
Suriye kurulduğu günden bugüne diktatörlerin egemen olduğu bir ülkedir. Son kırk yılında ise Baas diktatörlüğü hâkimdir. “Her üç kişiden birinin istihbaratçı olduğu bir polis devletidir”. Suriye’nin nüfusu 22 milyon olup dini, mezhebi ve etnik olarak aşağıdaki dağılıma sahiptir:
Suriye Nüfusunun Dini Ve Mezhepsel Dağılımı:
Dürzî: %3
Hıristiyan: %10
Şii/Nusayri: %12
Sünni : %74
Diğer: %1
Suriye Nüfusunun Etnik Dağılımı
Çerkez: %1
Ermeni, %2
Türkmen, %4
Kürt, %9
Arap %78
Diğer % 6
Suriye, mezhepsel olarak azınlık olan bir zümre tarafından yönetilmektedir. Ülkenin zenginlikleri yönetici kadronun aile efradı arasında paylaşılmış durumdadır. Sınıfsal bir ayırım söz konusudur. Hukuksuzluk, adaletsizlik, yoksulluk ve işsizlik hâkimdir. Suriye’nin iç dinamikleri, etnik, mezhebi, dini ve sınıfsal olarak çatışma ve ayrışma eğilimlidir. Bölgesel ve Küresel dinamikler, Suriye’nin bu içyapısını önemli bir parametre olarak göz önüne alan bir politika ve strateji uygulamaktadırlar.
Bugün yaşanan iç savaş, iç göçü hızlandırmakta, dini, mezhebi ve etnik ayrışma eksenli gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Bugün için iç ve dış dinamikler, Suriye’deki iç savaşı, buna zorlamakta hatta o istikamette şekillendirmektedir. Esad yönetimi, şimdiden etnik ve mezhepsel olarak iç göçü hızlandırıcı operasyonlar yapmaktadır. Banyas katliamına bu açıdan bakmakta fayda vardır. Arap Nusayrilerinin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus vilayetleri ile Humus ve Hama vilayetlerinin batı kanadını içeren bölgenin, hem Sünnilerden hem de Kürt unsurlardan arındırılması, gelecekte burada bir Nusayri devleti kurabilmek için gereklidir. Banyas, Tartus vilayeti içinde Sünni Arapların yaşadığı bir il olarak söz konusu planın hayata geçirilişi önünde engel teşkil etmektedir. Banyas katliamı ile Sünni halk korkutularak göçe zorlanmakta, güvenli ve homojen bir Nusayri bölge oluşturulmaya çalışılmaktadır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Banyas katliamı ile ilgili; “rejim ülkenin tümünü kontrol altına almak mümkün değilse belli bir bölgeyi etnik temizliğe tabi tutup o bölgede etkin olma stratejisine geçmiştir.” tarzındaki değerlendirmesi, bu stratejinin uygulamaya sokulduğu anlamına gelmektedir. Bununla beraber görülmesi gereken bir başka gerçek de, bu şekilde bir iç ayrışmayı hem bölgesel hem de küresel aktörlerin istediğidir. ABD-AB-İngiltere-İsrail İttifakının Irak’ta uygulayıp test ettikleri Irak’ı bölme projesini, bugün Suriye’de uygulamaya çalışmaktadır. Bunun için şartlar olgunlaştırılmaktadır. Libya için acelesi olanların Suriye’de kıllarını kıpırdatmamasının sebeplerinden biri de budur.
Suriye’nin iç dinamiklerinin ortaya çıkardığı bu tablo, Suriye’nin geleceğine ilişkin yukarıdaki 7 farklı alternatiften hangisinin vuku bulacağını, dış dinamiklerin arasındaki mücadele tayın edecektir. Bu noktadan bakıldığında Reyhanlı Operasyonu nedir?
Reyhanlı Operasyonu
11.05.2013’de, Reyhanlı’da art arda meydana gelen patlamalarla, onlarca insan ölmüş, çok ciddi maddi hasar meydana gelmiş, manevi tahribat ise çok daha yüksek olmuştur. “Telefon düzenekli ve zaman ayarlı füze başlıklarında kullanılan RDX’le güçlendirilmiş 100-250 kilo TNT ihtiva eden bombalar” ile 2 veya 3 aracın kullanıldığı belirtilmiştir.
Reyhanlı olayını, sadece ölü sayısı, maddi ve manevi hasar boyutu ile değerlendirirsek, hem ana aktörleri bulma, hem de kısa ve uzun vadeli gerçek niyetlerini anlama konusunda yanılgıya düşer, yanlış sularda yüzmeye devam ederiz. Bunun için olayın öncesinde ve sonrasında meydana gelen daha başka olaylara, iç, bölgesel ve küresel değişikliklere bakmak gerekmektedir.
Bu olaydan bir hafta önce Reyhanlı’da gece yarısı “Suriyelilerin Türk bayrağı yaktığına” dair bir söylenti çıkarılmıştır. Bu şayiayı kimin çıkardığı belli değildir. Ancak bu şayiadan sonra, ellerine Türk bayrağı alarak sokağa çıkan, kim oldukları konusunda hiçbir bilgi verilmeyen, bir grup insan, slogan atarak Suriyelilere saldırmıştır.
Patlamalardan sonra da, kim oldukları ve kim tarafından tahrik edilip sokağa sürüklendikleri bilinmeyen bir grup genç, Suriyelilere saldırmıştır.
Ayrıca Suriye’deki Banyas katliamı ile ilgili bir isim, Mihraç Ural, ve bir örgüt DHKP-C Acilciler ismi, bir hafta öncesinden İngiliz Times gazetesi tarafından gündeme sokulmuş, Türkiye’de Kamuoyunun şuur altına yerleştirilmiştir. Reyhanlı’daki patlamaların ardından, aynı isim ve örgüt, eylemi icra edenler olarak merkeze yerleştirilerek büyük bir Psikolojik harekât başlatılmıştır.
Bir hafta öncesinde, kamuoyuna taktım edilip hakkında her türlü bilgi verilen bir şahsın ve örgütün, bu eylemi nasıl bu kadar kolay icra ettiği ve yakalanmadığı/yakalanamadığı üzerinde, tartışma yapılmamaktadır. Ayrıca olayın hemen ardından, faillerinin nasıl bu kadar hızlı bir şekilde tespit edilebildiği de ayrı bir soru olarak üzerinde durulması gerekmektedir. Olay oluncaya kadar hiç bir şey bilinmiyor ve fakat olayın hemen ardından her türlü bilgiye ve ayrıntıya sahip olunabiliyor. Bir şahıs, bir örgüt ve iki ülke, olayın failleri olarak hemen suçlu ilan ediliyor. Aksini söyleyen ya da söylemek isteyen, farklı alternatifleri de düşünmek gerekir diyen herkes, “mezhepçi”, “Suriye/Iran ajanı”, “işbirlikçi”, “uşak”, “katıl” ve “cani” olarak taktım edilip susturulmaya çalışılıyor. Bir kesim, bu kampanyayı yürütürken; diğer bir kesim de, bunun tersi olan karşı bir kampanya yürütmektedir.
Böylece Türkiye’de eski bir fay hattı (Alevi –Sünni Fay hattı) enerji ile yüklenip harekete geçirilmeye, hazır hale getirilmeye çalışılmaktadır. Her iki kesim de bilerek ya da bilmeyerek aynı amaca hizmet etmektedir. Bakışları, duruşları ve anlayışları birbirine zıt, bu iki ana ekseni, aynı amaca ve aynı hedefe hizmet ettirecek psikolojik harekât becerisine sahip bir güç var mıdır? Varsa kimdir?
Suriye ile ilişkili olan aşağıdaki olaylarda da benzer psikolojik harekâtın yürütüldüğünü hatırlamakta fayda vardır:
RF-4 Uçağının Düşürülmesi
Reyhanlı’ya bağlı Cilvegözü Sınır Kapısı’nda, 11 Şubat 2013’deki patlama,
Ceylanpınar Sınır Kapısı ve oradaki çadır kentlerde yaşanan kargaşa
Akçakale’de polisin öldürülmesi, askerlerin yaralanması.
Şu an Reyhanlı üzerinden karşı karşıya gelen tarafların yukarıdaki olayların sonuçları üzerinde düşünmesi ve gereğini yapması tarihi bir sorumluluktur.
ABD-Rusya Hattı: Suriye İçin İkinci Cenevre Konferansı
Reyhanlı olayının Küresel eksende meydana gelen değişikliklerle bir ilgisi olabilir mi? Suriye bağlamında mücadele eden eksenler arasında bir yakınlaşma mı yoksa derinleşen bir zıtlaşma mı vardır? Bu soruların cevabı, Reyhanlı operasyonu ile ilgili bize birkatkı sağlayabilir.
ABD’nin Güney Kore ile ortak yapacağı askeri tatbikat, Kuzey Kore’nin Nükleer tehdidi karşısında iptal edilmek zorunda kalınmıştır. Bu, ABD açısından çok onur kırıcı bir olaydır. Çin ve Kuzey Kore ile ABD ittifakı arasında gerilim gittikçe artmaktadır. ABD, Ortadoğu’da rahata erip bütün dikkatini ve gücünü Çin’e, Asya Pasifiğe vermek istemektedir. Tunus - Mısır – Suriye Ekseninde Müslüman Kardeşlerin güçlenmesi, ABD ittifakının işine gelmemektedir. O nedenle de, Suriye’deki muhalefet/Kıyam Hareketine tam bir destek vermemekte, sınırlı oranda askeri yardım yapılmasına izin vermektedir. ABD, Rusya–İran-Çin ittifakını Suriye’de çözmek istemekte, bu nedenle de Rusya’nın tekliflerine, sıcak bakmaktadır. Uzun vadede bunun ABD ittifakının işine gelebileceğini düşünmektedir.
Haziran 2012’de gerçekleşen Cenevre Konferansı’nda Suriye iç savaşının nasıl sona erdirileceği ve geçiş hükümetinin nasıl kurulacağı ile ilgili bir muğlaklık olmasına karşılık ABD, Rusya’nın tekliflerine sıcak bakmaktadır. Rusya, bu konferansta ‘Esadlı bir Çözüm’de uzlaşıldığını savunmaktadır. Birkaç ay öncesinde de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriye yönetimi ve muhalefetin dâhil olacağı ve Cenevre Mutabakatı’nın devamı niteliğindeki” 2. Cenevre toplantısı yapılması konusunda anlaşmışlardır. (1) “Muhaliflerin karşı çıktığı bu konferansı, Suriye, İran ve Arap Birliği desteklemektedir”. Türkiye de, Esad’lı bir yönetime karşı çıkmaktadır (2).
Eğer ABD ve Rusya, Suriye’de Esad’lı bir geçiş dönemi yönetiminde anlaşmışlarsa, geriye buna karşı çıkan Türkiye ile Suriye muhalefetinin ikna edilmesi kalmaktadır. Ya da ABD ve Rusya’nın yanlış yolda olduklarına ikna edilmeleri gerekmektedir.
Rusya Parlamentosu (Duma) Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Pushkov, “Her olayda olduğu gibi Türkiye’deki saldırılarda da yine Suriye’yi suçluyorlar. Bazı kesimler barışçıl konferansı engellemek ve silahlı müdahalenin önünü açmak istiyor” ifadelerini kullanması bu açıdan dikkat çekicidir (3).
Diğer taraftan ABD de, Türkiye ikna edilebilirse, Türkiye üzerinden Suriye muhalefetinin ikna edilebileceğini düşünmektedir.
Dolayısıyla Reyhanlı Operasyonu, tarafların birbirini ikna etme operasyonu olabilir.
Ama kim, kimi ikna etmek istemektedir?
Kaynaklar
1-CNN TÜRK 12.05.2013 2-MİLLİYET 13.05.2013 3- Radikal 13.05.2013
Reyhanlı psikolojik harekâtı - 2: Verilen Mesaj
Burhanettin Can
31 Mayıs 2013 Cuma 00:11

Share on printShare on facebookShare on twitterShare on emailMore Sharing Services0
Sizi yere yıkan yumruk nereden geldiğini bilemediğiniz yumruktur.
Suriye meselesi, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak şekillenmektedir. Bugün Suriye kapsamında karşı karşıya gelen bölgesel ve küresel güçlerin Suriye bağlamında çatışan projelerini, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
• Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye)
• Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
• 2. Sevr Projesi (AB)
• Etnik-Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi- Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin(Siyonizm)
• Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)
• Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Lübnan)
• Sıcak Denizlere İnme- Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya)
• Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya)
• Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Suud/Katar/Türkiye/Mısır)
• Büyük Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması ‘Dinler Arası Diyalog’ Projesi (Vatikan)
• ‘NATO’nun Evrenselleşmesi Ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’
• “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)
Bu Projelerin çatışması sonucunda Suriye’nin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
1- Beşir Esad yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye
2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye
3- Sistemin tüm güçlerinin hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bütün bir Suriye: Mısır Modeli, Tunus Modeli, 1950 Türkiye Modeli.
4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist, antiemperyalist Müslüman bütün bir Suriye.
5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye
6- Üçe bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye
7- Dörde bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye
8- Beşe bölünmüş (2 Sünni Devlet, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye.
Reyhanlı Psikolojik Harekâtında Dikkat Çeken Hususlar
Reyhanlı Psikolojik harekâtının özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
• Reyhanlı olayının bir hafta öncesinden başlayıp olay anında ve sonrasında tek merkezden yürütülen ve toplumu kamplaştırmaya dönük çok planlı bir kampanya söz konusudur. Türkiye’de eski bir fay hattının (Alevi –Sünni Fay hattı) gelecekte harekete geçirilebilmesi için enerji ile yüklenmesi amaçlardan biridir. Reyhanlı üzerinde konuşan, yazan, bakışları, duruşları ve anlayışları birbirine zıt, iki ana eksen mensupları, bilerek ya da bilmeyerek bu amaca hizmet etmiştir. Büyük bir psikolojik harekâtın kurbanı olmuşlardır. Bu kadar maharetli bir psikolojik harekât becerisine sahip güç ya da güçler kimdir/kimlerdir? sorusunu Türkiye kendine sormalıdır.
• Olay olur olmaz, Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışlığı üzerinden bir
kampanya başlatılmıştır. Ortak bir tavır alma, ortak hareket etme yerine, muhalefet iktidarı suçlamış, iktidar da oyuna gelerek muhalefeti suçlamıştır. Dolayısıyla dış politika iç politika malzemesi yapılarak yıpratılmıştır. Türkiye, kendi içine kapanırken operasyonu yapan güç ya da güçler, hedef şaşırtma operasyonunun devamında örtme operasyonunu gerçekleştirmişlerdir.
• Mültecilerin suçlu olarak gösterilerek mültecilere saldırılması, Reyhanlı psikolojik hareketinin ilginç yönlerinden biridir. Mültecilere saldıranlar, özel işaretler yaparak, belli bir ideolojik grup görüntüsü vererek yemleme yapmışlardır. Bu imaj oluşturucuların, ajan provokatör olabileceği ihtimali göz önüne alınmadan bir camia suçlanmıştır. Tepki gelince de “öyle duyumlar vardı” denecek kadar da sorumsuz davranılmıştır. Ya da tamamen psikolojik zafiyetle hareket eden, anlık davranın 5-10 kişinin fevri davranışı da ihtimal dahilindedir. Ancak bu tür bir oluşum, anlıktır ve planlı değildir. Dağıtılması çok kolaydır. O nedenle genelleştirme hatasına düşülmemelidir. Reyhanlı Operasyonunu yapanların bir amacı da, Türkiye’deki her kesimi, sarmalın içine sokarak, herkesin herkesi suçladığı, düşüncenin dumura uğradığı bir kaos ortamı meydana getirmektir.
• Israrla “Sünniler öldürülüyor”, “dövülüyor” ve “hastanelere alınmıyor” tarzında iddialar ortaya atılmıştır. Alt kimlikler üzerinden siyaset yapılması, ister istemez şuur altının harekete geçmesine sebebiyet vermiştir. Gelecek mücadeleler için tarlaya zehirli tohumlar ekilmiştir. Bu noktada şu soru ya da soruların cevapları aranmalıdır: Bu İnsanların Sünni oldukları anında nasıl tespit edilip dövülmüş/öldürülmüş/ tedavi edilmemiştir. Bu olayın dikkat edilmesi gereken bir yönüdür. Diğer yönü de, mağdurların Sünni oldukları anında nasıl tespit edilebilmiştir. Bu dilin kullanılması kimin işine yaramaktadır? Bu bilgileri kim servis etmiş, kimler de araştırmadan alıp kullanmıştır. Gündemde kalmak, popüler olmak adına yapılmışsa sorumsuzluktur. Eğer elde kesin kanıtlar var idiyse yetkili mercilerin uyarılması ve gereğini yapması istenmeliydi. Böyle dönemlerde hepimiz bu ülkenin yararına olacak tarzda bir dil, bir tavır ve duruş sergilemeliyiz. Siyasi iktidara destek verilmeliyiz. Siyasi iktidar da sorumlu davranmalıdır. Dilini, üslubunu düzgün tutmalıdır. Unutmayın hepimiz aynı gemide seyahat etmekteyiz. Gemiyi delmek isteyenlere yardımcı olmamalıyız.
• Diğer operasyonlar gibi Reyhanlı Psikolojik harekâtında da Türkiye’yi yönetenlere özel mesajlar verilmiş ve bir şeye razı gelmeleri istenmiştir.
Operasyon ve Psikolojik
Harekâtı İle Mesaj Gönderme
Türkiye’de ses getiren birçok olay, Başbakan Erdoğan’ın yurt dışındaki önemli toplantılarının hemen öncesinde veya esnasında vuku bulmaktadır. Aşağıda bunların bir kısmı listelenmiştir:
• Erdoğan, 8 Haziran 2004’te G-8 Zirvesi’ne katılmak üzere ABD’ye gittiğinde; PKK 5 yıllık ateşkesi bozduğunu açıklayıp, terör eylemlerine başlamıştır.
• Başbakan Erdoğan 7 Aralık 2009’da ABD’ye gittiğinde Tokat Reşadiye baskını yapılıp 7 asker şehit edilmiştir.
• Başbakan Erdoğan, 20 Eylül 2011’de, BM görüşmelerine katılmak üzere New York’a gittiğinde terör saldırılarında aşırı bir artış olmuştur.
• Başbakan Erdoğan, Haziran 2012’de, G-20 Liderler Zirvesi için bulunduğu Meksika’da, Başkan Obama ile görüştüğü günlerde, Dağlıca saldırısı meydana gelmiştir.
• Başbakan Erdoğan, 16 Mayıs 2013’de, ABD’de başkan Obama ile görüşme yapmak üzere ABD’ye gitmesinden 5 gün önce, 11.05. 2013 tarihinde Reyhanlı’da art arda bombalar patlamıştır.(1)
Bütün bunlar tesadüf olabilir mi?
Geçmişteki görüşmelerin öncesinde meydana gelen ses getirici olayların sonuçlarına bakarak amaçlarını belirlediğimizde, görüşmelerde Türkiye’yi bir kanaate doğru yönlendirmek, elindeki kozları zayıflatmak ve görüşmelerde baskı altında tutarak istenen noktaya ya da çerçeveye getirmek ve gerekli tavizleri koparmak gerçeği ile karşılaşmaktayız.
Uluslararası ilişkilerde, ülkelerin menfaat/gelişim grafikleri arasında meydana gelen ortak payda, her iki ülkenin menfaatine olan alandır. Bu ortak paydada (kavşak noktasında) tarafların ortak menfaatleri olduğundan çatışma meydana gelmez. Taraflardan bir ya da bir kaçı/hepsi kavşaktan ayrılmaya, dairenin dışına çıkmaya, başladığında, çatışma başlar. Birbirlerini, yumuşak güçten sert güce doğru genişleyen bir güç kullanımı ile ikna etmeye çalışırlar.
NATO tatbikatında Türkiye’nin muavenet gemisinin vurulması, Sinagog ve HSCB bombalamaları, Afyon’da silah deposunda meydana gelen patlamalar, Dağlıca, Çukurca baskınları, Mavi Marmara’nın vurulması ve Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi vb., tarafların birbirlerine gönderdiği özel mesajlardır. Türkiye’deki siyasi kadroların bunu bilmemesi mümkün değildir. Bilmiyorlarsa gerekli eğitimi almamakla, uzmanlara danışmadan acele ile konuşmakla en büyük hatayı yapıyorlar demektir. Biliyorlarsa, yanlış hedef göstererek operasyonu yapanın ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar. Halkı yanıtlıkları için bir müddet sonra da güvenirliliklerini kaybediyorlar. Hedef saptırma yerine asıl iradeyi ifşa edici, çok özel, esnek yöntemler geliştirmeleri, kaynağı belli olmayan propaganda tekniklerini kullanmaları gerekir.
Mesajlaşmaya ilginç bir örnek olarak, Başbakan Erdoğan’ın Libya olayları dolayısıyla, “NATO’nun ne işi var Libya’da” şeklindeki tepkisi ile başlayan gelişmeler ele alınabilir. Erdoğan, AB ve ABD, NATO’nun Libya’ya müdahale etmesini istediğinde; Erdoğan (yurt dışında idi), ani bir tepki vererek, buna itiraz etmiştir. Ancak ülkeye döner dönmez, Meclis’e Libya’ya NATO kapsamında kuvvet göndermek üzere kanun teklifinde bulunulmuştur. Hatta kanun görüşülürken gemiler yola çıkarılmıştır. Ne oldu da Erdoğan’da bu kadar keskin değişim olmuştur? Erdoğan’ı ikna eden şey neydi? Şimdi o günlere geri dönerek bir hafıza tazelemesi yapmak gerekmektedir. Erdoğan’ın “NATO’nun ne işi var Libya’da” dediğinin haftasında Güneydoğuda seri halde olaylar meydana gelmeye başlamıştır. BDP’li bir Bayan Milletvekili bir polis komiserini sokakta tokatlamış, bir başka milletvekili etrafa taş atmaya başlamış ve daha da önemlisi, Diyarbakır Belediye Başkanı Panzerin üzerine çıkarak “sivil itaatsizlik” çağrısında bulunmuştur. Erdoğan mesajı almış ve gerekeni yapmıştır. Donanmaya bağlı bir grup gemiyi Libya’ya NATO kapsamında göndermiştir.
Reyhanlı Operasyonu Ve Psikolojik Harekâtı İle Verilmek İstenen
Mesaj Nedir?
Reyhanlı operasyonu ile verilmek istenen mesaj nedir sorusunun cevabı, operasyonu kim yaptı ya da yapabilir sorusu ile birlikte ele alınması gerekir. Elimizde somut deliller olmadığından ve özel bir istihbarata sahip olmadığımızdan “açık istihbarat” denilen medyada çıkan ve farklı kesimlerce yorumlanıp değerlendirilen haber ve çalışmalardan analiz ve sentez yapmak suretiyle ihtimalleri ortaya koyarak bir değerlendirme yapabiliriz. Onun için Suriye’deki kavganın tarafları kimlerdir sorusunun cevabı aranmalıdır. Bunun cevabını geçen yazıda ayrıntılı bir şekilde bu yazının girişinde de özet olarak verdik.
Giriş kısmında ifade ettiğimiz gibi Suriye’de iç, bölgesel ve küresel dinamikler, görünen 12 proje kapsamında birbirleri ile mücadele etmektedirler. Soğuk savaş sonrasında en keskin mücadele, ABD-AB-İsrail/Siyonizm-Küresel Sermaye-Vatikan ekseni ile Rusya-Iran- Çin ekseni arasında cereyan etmektedir. Bu eksen çatışması, Suriye bağlamında yol boyu değişikliklere uğrayarak farklı güç ayrışmasına neden olmuştur. Bölgesel güç olarak Türkiye, Suriye bağlamında, Suud-Katar’la, şimdilik, yeni bir bölgesel eksen oluşturmuştur. Suriye’de “Muhalefet”, “Direniş” ya da “Kıyam güçleri” olarak adlandırılan Esed’e karşı savaşan güçler içinde inisiyatif, her geçen gün Müslümanların eline geçmektedir. Böyle giderse geleceğin Suriye’si, Müslüman bir Suriye olacaktır. Bu olayın bir boyutu olup ABD’nin başını çektiği ekseni rahatsız etmektedir.
ABD’nin terör listesinde olan El Kaide ve el Nusra güçlerinin Muhaliflerin saflarında olması, ABD, AB, İsrail, Vatikan, Rusya, Çin, Suud ve Katar’ı rahatsız etmektedir. Bu da olayın bir başka boyutudur. Türkiye’nin Muhalif güçlerden Müslüman kardeşlere destek vermesinden, Suud, Katar, ABD, AB, İsrail, Vatikan ve Rusya rahatsızdır. Türkiye’nin kontrolünde bir Suriye istemeyen ABD ve Rusya, Birinci Cenevre konferansı ile birlikte ortak hareket etmeye başlamıştır. Suriye bağlamında ABD-Rusya yeni bir eksen oluşturup ortak hareket etmekte, yeni bir irade ortaya koymaktadır. Bu eksen, Suriye’de askeri bir operasyon istememektedir. Geçiş Dönemi Yönetimi ile çok partili bir sisteme geçmeyi öngörmektedir. Geçiş dönemi yönetiminde, Suriye devlet başkanı Esed’in bulunup bulunmayacağı konusu henüz netlik kazanmış değildir. Rusya’nın iddiası ve ısrarı, birinci Cenevre Konferansı’nda bu konunun açıklık kazandığı ve Esed’in de içinde bulunduğu bir geçiş dönemi yönetiminin kurulması yönünde karar alındığıdır. ABD ise bu noktada açık bir şey söylememektedir. Bu da, Rusya ile ABD arasında Suriye üzerinde gizli bir anlaşma yapıldığı kanaatini kuvvetlendirmektedir. Türkiye ve Suriyeli muhalif güçler ile Rusya-ABD ekseni arasında birinci sıkıntılı konu budur. AB de böyle bir tutumdan rahatsızdır. ABD-Rusya Ekseni, Esed yönetiminin askeri bir operasyon olmadan gitmesini ve fakat onun yerine Rusya’nın ve İsrail’in menfaatlerini koruyan, laik, liberal Batı işbirlikçisi bir yönetimin gelmesini istemektedir. Türkiye ve Suriyeli Müslüman muhalif güçler ile Rusya-ABD ekseni arasında ikinci sıkıntılı konu budur. İkinci Cenevre Konferansı, bu ve buna benzer konuların açıklık kazanacağı bir toplantı olacaktır.
Buna karşılık Türkiye ne istemektedir? Türkiye’nin, Esed’in bir an önce gitmesi için öngördüğü politikayı aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:
• NATO, Libya’da olduğu gibi askeri müdahalede bulunsun.
• Esed için uçuşa yasak bölge oluşturulsun
• Muhalefet güçlerine ileri teknoloji ürünü ağır silahlar verilsin, silah ambargosu kaldırılsın.
• Eğer askeri bir müdahale öngörülmüyorsa, Esed’siz bir geçiş yönetimi oluşturulsun.
• Yapılacak bir seçimde sandıktan kim çıkarsa Suriye’yi yönetme hakkı onun olsun.
Suriye’deki Esed’in başkanlığındaki Baas yönetiminin gitmesi konusunda Türkiye’nin Batı İttifakı ile Hatta ABD-Rusya ittifakı ile de herhangi bir sorunu yoktur. Ancak bunun şekli konusunda, araç ve yöntemleri konusunda ihtilaf vardır. İhtilaf özde değil şekilde ya da vasıtalardadır. ABD-Rusya ekseni, Türkiye’nin öngördüğü çözüm şekline yaklaşmamaktadır. Rusya’nın ısrarı, ABD sessiz kalıyor, Birinci Cenevre Konferansı’nda Esad’lı bir geçiş döneminde anlaşma sağlandığı ve bunun uygulamaya sokulması istikametindedir. Dolayısıyla Türkiye ile Rusya-ABD ekseni arasında en ciddi ihtilaf, Türkiye’nin öngördüğü politikada ki son iki madde üzerinde yoğunlaşmıştır.
Sonuç: Mesaj: Kavşak Noktasından Ayrıldın Daireye Geri Dön
Türkiye’nin bu konuda ikna edilmesi gerekmektedir. Yakın geçmişte ABD Dışişleri Bakanı’nın mekik diplomasisi buna dönük olmuş olabilir. Ancak bu diploması sonuç vermemiş, Türkiye politikasından, sert tavrından vazgeçmemiştir. Kuvvetlerini Asya Pasifiğe kaydırmak isteyen, ancak Ortadoğu’daki menfaatlerini de koruması gereken ve 2006 yılından beri “Model Ortak” olarak anlaştıkları bir Türkiye’nin, ABD politikalarını kabul etmesi için bir başka şekilde ikna edilmesi gerekmemekte midir?
ABD Dışişleri Bakanı’nın yumuşak güç diplomasisi ile halledemediği bir sorunu, muhtemelen ABD’nin derin güçleri (ya da ABD-İsrail, Rusya konsorsiyumu), “Akıllı Güç” (Yumuşak Güçle Sert gücün birlikte) kullanarak çözmek istemişlerdir. Obama Erdoğan görüşme öncesinde Reyhanlı’da yürütülen operasyon ve Psikolojik Harekatın asıl amacı, Rusya-ABD ekseninin benimsediği çözüm şeklinin, Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye’nin de Suriye’deki muhalif güçleri ikna etmesi olabilir. Diğer ihtimaller arasında en güçlü ihtimal budur. Nitekim Erdoğan’ın ABD’ye giderken kullandığı dille dönüşte kullandığı dil arasındaki bariz değişim, bu ihtimali güçlendirmektedir. Buna destek veren bir başka olay, Türkiye’nin devre dışı bırakılarak ABD’nin (Mc Cine) Suriyeli muhaliflerden bir grupla doğrudan görüşmüş olmasıdır.
Muhtemeldir ki Erdoğan - Obama görüşmesinde, Türkiye, 1995 yılında Dayton’da Boşnaklarla Sırplar arasında sağlanan “adaletsiz barış” antlaşmasının benzeri olan “Esad’li bir geçiş dönemi antlaşmasına” razı edilmiştir. Bu yeni durum, gene bir ihtimal olarak AB’yi rahatsız etmiş olmalı ki, İkinci Cenevre Konferansı öncesinde Suriyeli muhaliflere uygulanan silah ambargosunu kaldırmıştır. AB de Suriye pastasından payını istemektedir.
Unutmayın “ Küfür tek bir millettir.”
Kaynaklar
1- Cem küçük, yeni şafak, 12.05.2013

Reyhanlı psikolojik harekâtı - 3
Burhanettin Can
07 Haziran 2013 Cuma 00:49

Share on printShare on facebookShare on twitterShare on emailMore Sharing Services0
Krizi tek merkezden yönetmek
Sizi yere yıkan yumruk nereden geldiğini bilemediğiniz yumruktur.
Giriş
Suriye meselesi, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak şekillenmektedir. Bugün Suriye kapsamında karşı karşıya gelen bölgesel ve küresel güçlerin Suriye bağlamında projeleri, amaçlar ve hedefleri birbiri ile çatışmaktadır. Bu üç ana dinamik birbiri ile çatışırken gelişen ve değişen duruma bağlı olarak yer değiştirmeler olmakta, yeni saflar ve yeni fay hatları meydana gelmektedir. Bu tür saf tutma, yer değiştirme, yeni ittifaklar oluşturma, beraberinde belirsizlikleri getirmektedir. O nedenle üç boyutlu bir mücadelede belirsizlikler arttıkça, karar vermek ve süreci idare etmek zorlaşmaktadır. Bunun için stratejik bir akla, dingin zekâlara ihtiyaç vardır. Strateji aynı zamanda bilinmeyenleri görme, hissetme, tahmin etme ve belirsizlikleri ve ihtimalleri yönetme sanatıdır. Çok konuşma, rastgele konuşma, küfretme, hakaret etme ve herkesin her şeyi konuşması değildir.
Dağlıca, Çukurca, Aktütün, Akçakale, Cilvegözü, Uludere, RF-4 uçağı ve Reyhanlı olaylarında sürecin yönetimi tek merkezli yürütülmemiş, birçok yönetici adeta rast gele konuşmuş ve birbirlerinin söylediklerini, bilerek ya da bilmeyerek tekzip etmişlerdir. Taksime tarihi kışlanın yapılmasını engellemek için Türkiye sathında yapılan eylemlerle ilgili benzer tutum ve davranış sergilenmiştir.
Reyhanlı meselesini geçen hafta incelerken, kim ya da kimler ne mesaj vermektedir sorusunu incelemiş, ihtimaller arasından en güçlü ihtimalin, Suriye meselesi ile ilgili yeni oluşan ABD-Rusya hattının olduğunu belirtmiş ve gerekçelerimizi söylemiştik. Bu yeni hat (Konsorsiyum), çok daha farklı aktörlerin devreye girmesini sağlayarak, Türkiye’den istediklerini alana kadar Türkiye’yi, gerilim ortamında tutmak isteyeceklerdir.
O nedenle Türkiye bir ve bütün olarak hareket etmeli, edebilmelidir. Türkiye’nin iç dinamikleri, bu gerçeği görerek ortak, bütünleştirici bir dil kullanmalıdır. Bunun için Başbakanlığa bağlı bir Krizi Yönetim Merkezi kurularak her kafadan bir ses çıkmasına mani olunmalı ve süreç tek merkezden yönetilmelidir. Küresel tuzak bozulmalı ve kırılmalıdır.
Burada Reyhanlı bağlamında bu konu ele alınacaktır.
Reyhanlı Psikolojik Harekâtının Ortaya Çıkardığı Acı Gerçekler
Daha önceki benzer olaylarda olduğu gibi Reyhanlı’da da iktidar partisi, muhalefet partisi, yazarların bir kesimi, medyanın bir kesimi ve STK’ların bir kesimi sorumlu davranmamışlardır. İktidar suçluyu anında tespit edip ilan etmiştir. Buna karşı farklı görüş bildirenler, Esed yanlısı hatta hain ilan edilmişlerdir. Bunun tam tersi durum da, İktidar partisini ve onun dış politikasını savunanları da ABD, AB uşağı, hain ilan etmek şeklinde tezahür etmiştir. Her iki kesimin kullandığı dil yanlıştır ve tehlikelidir. Osmanlı’dan bugüne bu dil ve tutum hep kaybetmemize neden olmuştur. Bu sorunu çözmenin bir yolu, öncelikle Başbakan’ın ve iktidar partisi yöneticilerinin dillerini değiştirme basiretlerini göstermeleridir.
Reyhanlı ve benzer olayların ortaya çıkardığı bir başka acı gerçek, hem iktidar partisi hem de muhalefet partileri rakiplerini yıpratmak için dış politikayı iç politika malzemesi yapmış olmalarıdır. Dış politika, iktidar ve muhalefeti ile devlet politikası olarak ortaya konmalı ve ona ülke olarak, bütün olarak, sahip çıkılmalıdır. Ne yazık ki Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’yi yönetenler, “ben yaptım oldu” mantığı içerisinde hareket etmişlerdir. İktidarda iken yaptıklarına muhalefette iken karşı çıkmışlar; muhalefette iken karşı çıktıklarına da iktidarda iken sahip çıkmışlardır. Bu, Türkiye’nin çok acı bir gerçeğidir. O nedenle devlet politikası olması gereken konular, hükümet politikası olmaktan çıkarılmalı ve muhalefet partilerinin sürece katkısı, desteği sağlanmalıdır.
Dış politikada kullanılacak dil ile iç politikada kullanılacak dil aynı değildir ve olmamalıdır. Bu açıdan Suriye olaylarında süreci yönetirken kullanılan dil, sorunlu bir dildir. Suriye Türkiye’nin eyaleti değildir, Esed de eyalet valisi değildir. Esed’e şunu yap bunu yap gibi emir sığası kullanarak hitap etmek ya da bir bakanın Hizbullah’a Hizbuş Şeytan diyerek hitap etmesi doğru değildir. Başbakan dahil Türkiye’yi yönetenlerin Suriye olaylarında kullandıkları dili, STK’lar kullanabilir, kullanmaktadırlar da. STK’ların baskısı altında kalarak, onların gönlünü kazanmak için hükümet ricalinin STK gibi davranması uluslararası ilişkilerde sıkıntılıdır.
Uluslararası ilişkilerde kullanacağımız dil, diyaloğa, iletişime açık olmalıdır. Düşmanlık halinde bile her an temas kurulabilecek bir dil kullanılmalıdır. Türkiye’yi yönetenlerden en azından bir ya da birkaç yetkili böyle bir dil kullanmalıydı. En azından Cumhurbaşkanı sert söylemin dışında kalacak bir dil kullanmış olsaydı, Suriye ile ilgili süreci, doğrudan temas ve görüşmelerle Türkiye yönetebilirdi. ABD-Rusya ekseninin devreye girmesi ile dil ve üslup değiştirmek ya da başka aktörler üzerinden ilişki kurmak, bir zafiyet olarak görülecektir. O nedenle dış politikada itidalli bir dil kullanılmalıdır.
Krizi Tek Merkezden Yönetmek
Reyhanlı ve benzeri olaylarda operasyonu yapan güç ya da güçler, operasyondan önce ülkenin köşe başlarına yerleşmekte, değişik ittifaklar kurarak bir örümcek ağı oluşturmakta, ülkenin kılcal damarlarına yerleşmektedirler. Operasyon öncesi, esnası ve sonrası için yürütülecek psikolojik harekâtı planlamakta ve işaretle birlikte uygulamaya sokmaktadırlar. İç ve dış ittifakla birlikte yürütülen psikolojik harekâta, çok yönlü ve çok merkezli bir görüntü verilerek organizatör gizlenmekte, hedef şaşırtması yapılmaktadır. Yüzlerce doğru ve yanlış bilgi, operasyonu yapan gücün amacına ve hedefine hizmet edecek şekilde sunulmaktadır. 99 doğrunun içerisine bir yanlış, yalan eklenerek, paketlenerek ve harmanlanarak kamuoyuna servis edilmektedir. Amaç, o yanlış ve yalan olan bilginin halk tarafından kabul edilmesi ve ona göre tepki vermesi ya da onun yaygınlaşmasını sağlayarak kamuoyu oluşmasıdır. Bu şekilde oluşan kamuoyu ile hedefe konan iktidar, muhalefet, cemaat ve yapı yıpratılmakta, itibarsızlaştırılmakta ve yalnızlaştırılmaktadır. Hedefe konan yönetici veya yöneticilerde kafa karışıklığı ile birlikte panik hali meydana getirilmek istenmektedir. Doğru ve güvenilir bilgi alamayan yöneticiler, halkı sakinleştirmek için, birbirlerinden habersiz bir görüntü vererek rastgele konuşmaktadırlar. Birbirlerinden habersizmişler gibi yaptıkları konuşmalar arasında tezat ortaya çıkmakta, kafalar daha da karışmaktadır. Hatta yöneticiler arasında ihtilaf var intibaı meydana gelmektedir.
Bu tür operasyonların bir başka boyutu da, yanlış bir hedefe yönlendirmektir. Özellikle operasyon öncesi ve esnasında öyle bir hava oluşturulmaktadır ki, bütün işaretler, belirtiler, bu işi o (yanlış) hedefin yaptığı şeklindedir. Önce yöneticiler bu tuzağa düşürülüp açıklama yapmaları sağlanmaktadır. Arkasından, farklı bilgi ve belgelerle kafalar karıştırılarak yöneticiler itibarsızlaştırılmakta ve güvenirlilikleri sorgulattırılmaktadır. Suriye ile ilgili bütün olaylarda bu yaklaşım tarzını görmek mümkündür.
RF-4 uçağı hadisesinde Türkiye’ye oynanan oyun ortadadır. Türkiye’nin BM’ye ve NATO’ya başvurması üzerine, ABD ve Rusya’nın yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin tezlerini zayıflatmış ve yöneticileri çok zor durumda bırakmıştır. Olayın üzerine daha fazla gidilememiştir. Reyhanlı operasyonunda da benzer bir durum meydana gelmiştir. Rus Dışişlerinden yapılan açıklama, bu işi Suriye’nin yapmadığı istikametindedir. ABD ise susmuştur; ya da zamanını beklemektedir. O nedenle Türkiye’yi yönetenler olayın sıcaklığında, acele ile açıklama yapmamalıdırlar. Özellikle ilk açıklama, başbakan tarafından yapılmamalıdır.
Reyhanlı operasyonunu bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Reyhanlı olayında, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İçişleri Bakanı Güler, Devlet Bakanı Atalay, Devlet Bakanı Arınç, Genelkurmay Başkanlığı ve Hüseyin Çelik açıklama yapmışlardır:
Hüseyin Çelik: “Bunlar Suriye istihbaratıyla El Muhaberat’la irtibatı olan bizim kendi içimizdeki hainlerdir. Çok net bir şekilde ortada. El Muhaberat’la irtibatlı bizim kendi içimizdeki maalesef bir terör örgütüdür.” (1)
Devlet Bakanı Atalay: “Saldırıyı düzenleyen örgüt ve mensuplarının Suriye’deki rejim yanlısı El Muhaberat örgütüyle bağlantılı oldukları belirlenmiştir. Kişiler de büyük oranda bellidir. Plaka tespitleri yapılmıştır.” (2)
İçişleri Bakanı Muammer Güler: “Saldırıyı düzenleyen örgüt ve mensuplarının Suriye’deki rejim yanlısı El Muhaberat örgütüyle bağlantılı oldukları belirlenmiştir. Örgüt de bellidir, kişiler de büyük oranda bellidir. Plaka tespitleri vesaire yapılmıştır. “Hemen o depolardan çıkartılarak olay yerine getirilip kısa süre içerisinde patlattıklarını tespit ettik.” “MOBESE kameralarıyla ilgili bir sıkıntı yok, ama yeniden plaka okuma sisteminin geliştirilmesi gerekiyor.” (3, 4)
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: “Banyas katliamını kim yapmışsa Reyhanlı saldırısında da onların ayak izleri var.” (2)
Başbakan Yardımcısı Arınç: “Suriye El Muhaberatı olağan şüpheli noktasındaki düşüncemizdir. Suriye tarafından planlanıp icra edildiğini gösteriyor.” (5)
Genelkurmay Başkanlığı: “Reyhanlı’da meydana gelen, insanlıktan nasibini almamış, vicdanı kararmış, gözünü kan bürümüş odaklar tarafından masum kişilere yönelik olarak yapılan menfur saldırıyı şiddetle kınıyor, hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, aile yakınlarına sabırlar, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.” (1)
Başbakan Erdoğan: “olay kesinlikle rejimle alakalı bir olaydır. Rejim bu işin arkasındadır. Bu belli. Ama rejimin Türkiye’de tabii uzantıları var. Bu uzantılar üzerindeki çalışmalar derinleştirilerek devam etmektedir.”(6)
Bütün bu açıklamalarda en ihtiyatlı davranan Genelkurmay başkanlığı olmuştur.
Yöneticilerin açıklamaları arasında MOBESE, plaka ile ilgili bilgiler arasında tezat olmuş olmasını bir tarafa bırakırsak eylemi yapan belli demektir. O zaman soru şudur: Elimizde bu işi yapanın Suriye olduğuna ilişkin belgeler kesinse niçin uluslararası hukuk harekete geçirilmemektedir? Türkiye NATO müttefiki olduğuna göre niçin 5. Maddenin yürürlüğe konması için harekete geçilmemektedir? Eğer Suriye Devleti bu işin arkasında ise Türkiye bunun cevabını askeri olarak verme gerekmez miydi? Bütün bu girişimlerin yapılmamış olmasının sebebi nedir?
Yoksa bu operasyon geçen haftaki yazımızda ifade ettiğimiz Rusya-ABD konsorsiyumu tarafından mı gerçekleştirilmiştir? Eğer böyle ise yanlış hedef göstermeyin. Ana düşmana yönelin, planları, tuzakları usulüne uygun olarak deşifre edip kamuoyu oluşturun, milleti daha sıkıntılı günlere şimdiden hazırlayın.
Reyhanlı’dan sonraki Taksim’e kışla yapılmasına mani olmak için Türkiye sathında yürütülen operasyona bu açıdan bir bakın. Türkiye, yeniden 1968’dekine benzer bir sürece sokulmak istenmektedir. “Amerikancı Demirel”, ABD isteklerine karşı çıkıp taviz vermediği ve Sovyetlerle antlaşma (Seydişehir Alüminyum tesisleri, İskenderun demir çelik, Aliağa rafinerisi) yaptığı için ABD tarafından, ABD’nin yerli işbirlikçisi güçler aracılığıyla, 12 Mart muhtırası ile düşürülmüştür. Bunu unutmayın.
O nedenle Türkiye yeni krizlere hazır olmalıdır. Bunun için Başbakanlık bünyesinde Kriz Yönetme Merkezi kurularak rastgele açıklamalara mani olunmalı, Kriz tek merkezden dengeli bir şekilde yönetilmelidir. İstihbarat örgütleri arasındaki güven bunalımı ortadan kaldırılmalı, Devlet kurumları arasındaki çatışma durdurulmalıdır. Böylelikle etkin bir Karşı psikolojik harekât yürütmek, sağlanmış olur.
Sonuç: Çok Tefekkür Etmek ve Az Konuşmak
Devlet Kurumları arasındaki güven bunalımını ortadan kaldıracak olan irade, başbakandır. Toplumsal gerilimi düşürme sorumluluğu da, öncelikle başbakanın omuzlarındadır. Küresel güçlere direnecek bir siyasi irade, öncelikle ülkesinde birlik beraberlik ve dayanışmayı sağlamak zorundadır. Muhalefeti partilerini, milletvekili çoğunluğuna dayanarak yok saymak en büyük yanılgıdır. Oy her şey değildir ve de asıl güç de değildir. Ne iktidarın yaptığı ya da yapmak istediği her şey doğrudur. Ne de muhalefetin söylediği her şey yanlıştır. Veya bunun tersi.
Başta Başbakan olmak üzere herkes fay hattı oluşturacak bir dil ve söylemden kaçınmalıdır.
Hepimiz olaylar üzerinde çok tefekkür etmeli ve az konuşmalıyız.
Ve Gereğini yaptığımızda;
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen vardır.” (14 İbrahim 46)
Kaynaklar
1- Star 12.05.2013
2- Zaman 12.05.2013
3- NTVMSNBC 12.05.2013
4- Cumhuriyet 16.05.2013
5- BBC 13.05.2013
6- NTVMSNBC 13.05.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder